NOT: Merhaba sevgili dosslar, yine tek tek yazaraktan ilerleyeceğim yeni yazıma HOŞŞGELDİNİZZ! Tekrar minik bir spoiler uyarısı veriyorum. Bu duruma dikkat etme kararı alıp alıp vazgeçiyorum ama nihayetinde sona ermiş bir sezonun bütününden bahsettiğimden, çok zor olurdu spoilersız anlatım. Özetle: izleyip üzerine bir de başka gözden bakmak isteyen, ilk sezonu silip süpürmüş canımlara yönelik bir içeriktir.
Burada yazacaklarım kısmen hayal ürünüdür çocuklar, Westworld adlı leziz HBO yapımını beğenenlere ve özleyenlere yönelik; şöyle tatlı bir "bak böyle bir şeyler de varmış" muhabbetinden ibarettir. Dizinin felsefi derinliğini sorgulamak ne haddime diyorum ama tabi ki duramayıp bir takım zıpırlıklara yelteneceğimdir. Yazacaklarımdan kısmen de sorumluyum elbet, yine de zaman zaman kaptırıp kaybolacağım, konudan konuya atlayacağım, ben de kendi çapımda bir labirentte çıkış yolu arayıp duracağım, kaçınılmaz olarak. Alt-metinlere takılınca yüzeye çıkamadığımın bilincindeyim. O sebeple yine belli sınırlar içinde kalmaya çalışırken umarım sizi sıkmam. (SIKTI)
Felsefeye aklım ermez diyerek kendimi hafiften eziklesem de postmodern edebiyat yapıtlarında sıkça görülen 'labirent' metaforu hakkında bir edebiyat okuması yapmanın, felsefi yorumlamalara/çözümlemelere de büyük katkı sağlayacağına inanıyorum.
Peki edebiyatta labirent metaforu nasıl kullanılmıştır? Kimlerdendir? " Labirentte kaybolunmaz, labirentte keşif yapılır, Minotor'la karşılaşılmaz, labirentte özbenlikle karşılaşılır." 1 Bir çok edebiyatçının pek sevdiği "labirent" metaforu öz-benliği keşfetme yolculuğu olarak kabul edilebilir , en genel anlamıyla. Eco, Calvino, Borges, Attali gibi avrupa edebiyatının önemli isimleri labirent hakkında çeşitli tanımlamalar yapmışlardır. Borges; asıl sorunun 'mekan' değil 'zaman' olgusu olduğunu tespit ederek, evreni; karmakarışık bir zaman ağı olarak açıklar ve insanın anlam arayışını boş bir çaba olarak görür. İşte burada bahsedilen karmaşık ağ ise; bize sunulan 'labirent' fikirlerinden biridir. Calvino ise labirentle başa çıkma yöntemi üzerinde durur; ikiye ayırdığı yöntemlerden ilki tabi ki labirente boyun eğmek, kaybolduğunu kabullenmek ve labirentin yaratacağı zorluklardan kaçmaktır. İkincisi ise daha zor olan 'labirente meydan okuma' dır. Görünmez Kentler' in baş karakteri Marco Polo' nun son sözleri ile bu ayrımı daha açık ve sanatlı hale getirelim. "Biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin. Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: Cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek." 2 Eco ise labirent tipolojisini üçe ayırır; ilki tabi ki merkezi en kolay bulunabilen, basit yunan labirentidir. İkincisi; yine tek çıkışı olan fakat merkeze ulaşmanın daha zor olduğu, dolambaçlı, içinde kaybolmanın daha mümkün olduğu "Barok" labirenttir. Üçüncüsü ise en karmaşık yapıda bulunan pek çok değişkenin ve birden fazla çıkışın olduğu, sürekli hacim kazanan sonsuz bir "ağ" labirenttir. Dizinin genel konusundan çok, labirent imgesinin merkezinde bulunan iki ana karakterden bahsederek başlamalıyım diye düşünüyorum. Dolores ve William, diğer adıyla 'man in black'. İnanın "yazı beni nereye götürürse" şeklinde ilerlemek zorundayım, yeterince karmaşık bir konunun, dahi edebiyatçılar tarafından ele alınış şekli ile aslında modern bir anlatı türü olan tv dizisi sektöründe; en çok kafa yakmayı seven insanların ortaya çıkardığı bir anlatıyı; ortak bir noktada birleştirmeye çalışıyorum. Haliyle minicik aydınlanmalara bile çok sevindiğim bir sürecin içinde bulunduğumdan yer yer toparlamayı beceremiyorum. Klasik bir 'kahraman' şablonu olarak karşımıza çıkan William'ın labirentle başa çıkma yöntemi olarak ilk başta seçtiği yolu naifçe 'labirentteki zorluklardan kaçınma' olarak belirlersek, Dolores'in hiçbir şey hatırlamadığını görmesi itibariyle karakterinde değişiklikler görmeye başladığımız W., bu kırılma noktasından sonra yöntemini "labirente meydan okuma" olarak değiştiriyor. Peki bilinç sahibi olmak bu metaforik labirentin merkezinde saklıysa ve robotların bilince ulaşma yolculuğu temsil ediliyorsa zaten bilinçli bir insan olan William neden ödülü 'bilince kavuşma' olan bir oyunu oynayarak hayatını harcasın? "Giydirilmiş kimliklerden sıyrılmadan ve aklın kendi yolunu bulmasına izin vermeden toplumda gerçek bir düzen ve refahtan söz etmek mümkün değildir. İnsan, mikro düzeyde kendisini tanır, gerçek ihtiyaçlarının farkına varır ve toplumun kendisine giydirmeye çalıştığı kimliklerden sıyrılabilirse, o zaman sahip olduğu öz hazinelerin farkına varabilir ve sonradan yaratılmış gerçek miti yerine kendi öz gerçekliğine ulaşabilir. Birbiriyle sürekli iletişim ve etkileşim içinde olan insanların dünyasında, bir kişinin kendi öz benliğine kavuşması ve kendini aydınlatmasının başkaları için de fayda sağlayacağını tahmin etmek zor olmaz." 3 O kibar, tatlı, iç eriten romantik W. öz benliğine ulaşmaya başladığında Dolores fantezisinden çoktan vazgeçmiş ama bu noktada ciddi bir anlam kaybı yaşamıştır. İnsanlar için hazırlanmış, robotlarla dolu bu eğlence parkında kimliksiz olan taraf robotlar gibi görünse de, W. kendisine; oraya gelen her insan gibi muamele yapıldığını görerek daha farklı biçemde bir kimlik bunalımının içine girmiştir. İkinci sezonun fragmanında gördüğümüz gülümseme ise bu düşünceyi doğrular nitelikte. W. robotların kendisiyle savaşmasını istemekte ve aslında robotların bilinç kazanması fikrini desteklemekte bu durumda. Robotlar diğer ismiyle 'hostlar' bilinç kazandıkça ve insanlara karşı koymaya başladıkça siyah giyen adamımız da kendi öz benliğine yolculuğunu tamamlayabilecek ve aradığı 'anlamı' bulabilecek, bu taraftan bakıldığında. Aslında insanlar için tasarlanmayan 'labirent'in merkezini arayışı ise; bir şekilde W.'ın kişisel gelişim sürecine de etki etmiş oluyor. Yahu eşşşek kadar adam nereye gelişecek diyorsunuz, demeyin. Ne adamlar gördüm üstünde kimlik yok, ne kimlikler gördüm altında adam yok....! VAUVV.
Dolores'in bilinç kazanma öyküsü zaten oldukça açık anlatımla sunuluyor dizide. İlk bahsi geçtiğinden beri mekansal bir imge gibi düşündüğümüz labirentin aslında zamansal bir imge olduğu, bol bol ipucu verilmiş olsa da, net olarak son bölümde keşfediliyor. Yine de Westworld labirenti için yalnızca zamansal bir imge diyemeyiz çünkü hostların hatırlamasıyla merkezine ulaşılan bu labirentin keşfedilmesi için şart olan 'hatırlama' eylemi mekanların da desteğiyle tetikleniyor. Uzamdan (Çok fazla mekan dedim, şeklim olsun azıcık.) bağımsız bir anlatı düşünülemeyeceği fikri zaten Bakhtin tarafından edebiyat kuramları içerisine kazandırılmış anlatıbilimsel bir teori. (Kronotop Teorisi) Şuraya da romantiş bir video bırakıyorum. Az nefes alalım..
Karakter odaklı olarak labirent olgusundan bahsettik fakat "labirent metin" sıfatını başlığa yakıştırmamın sebeplerinden söz etmedim. Dizinin finalini durdura durdura, boşluklarla, molalarla izlediğimi söylemek zorundayım. Ben kişisel olarak çok nitelikli bir örnek okur/izleyici olduğum iddiasında olmadım hiç bir zaman. İpuçları sunulan konuları önceden kestiremediğimi dürüstçe söylemeliyim. Her olayda mı şaşırır bir insan, her olayda mı kapayamaz ağzını? diyebilirsiniz. Vallahi Billahi şaşırdım arkadaş! Bu anlama sürecinin yavaşlığını size iteleyip 'çok karmaşık, o yüzden labirent metin dedim' diyerek işin içinden sıyrılmayacağım dostlarım. Çünkü size değer veriyorum.. Şöyle ki dizi metnini içerik ve biçim olarak ikiye ayırıp ele aldığımızda; içerikte zaten bize verilen bir labirent imgesinin dizinin büyük bir kısmını oluşturduğu söylenebilir, ne olursa olsun hep merak unsuru yaratan, şaşırtma potansiyeli oldukça fazla olan nokta, şüphesiz "labirent" mevzusuydu. Bazıları labirentin olmamasını basit buldu, bu muymuş dedi tabi. Ama şu bir gerçek ki, somut bir labirentle karşılaşmasak da çoklu zaman çizgisi ve birden fazla yan hikayenin varlığı, ayrıca anlatımlarındaki kesintilerle, dizinin bütün olarak biçim bakımından bir labirent oluşturduğunu söylemek mümkün. Her hikaye sezon boyunca heyecan uyandırarak ilerledi ve finalde ana hikaye ve yan anlatılar bir şekilde kendi labirentlerinin merkezine ulaştı veya çıkış yolu buldu. Net bir tabir seçemiyorum bu noktada, edebi fikir ayrılıklarından herhangi birisini tümüyle benimsemediğim için.Tabi ki edebiyatçıların labirent soyutlaması da bir çok şeye işaret edebiliyor fakat metaforun en genel karşılığı "sanatçının/yazarın dünyayla baş etme şekli" olarak belirlenebilir. Daha önce bahsettiğimiz fikirleri toplarsak; labirentleri tanımlayan sanatçılar mutlaka labirentten çıkış yolları üzerinde duruyor ve seçilen yöntemleri belirli bir artistik tavra bağlıyorlar. Somutlamak gerekirse; labirente meydan okuma yolunu seçen sanatçı 'klasik edebi stillere meydan okuma' yolunu seçmiş oluyor.
Sonlandırmadan önce şu "bicameral mind" teorisine de değinmek gerekiyor. Bir çok kaynakta daha detaylı açıklamalar bulmak mümkün tabi ki, yine de kısaca özetleyelim: Eski çağlarda insanlar kendi iç-seslerini anlamlandıramaz ve bunun 'Tanrı' nın sesi olduğunu düşünürlerdi. Teoriye göre insan zamanla bu seslerin ilahi bir kaynaktan gelmediğinin farkına vardı ve insan beyni bu seslerin kendi kararlarını temsil ettiğini algılamayı öğrendi. Dizinin finalinde en güçlü sahneler bu fikrin üzerine kurulmuştur. Ford'un Michelangelo'nun ünlü eseri hakkındaki sözleri ilk örnektir. Ford neyui itiraf edecek Firdevs hanım, Michelangelo'yla ne ilgisi var? diyebilirsiniz tabi. Buyrunuz videoya:
''The divine gift does not come from a higher power, but from our own minds''
Hemen sonrasında ise nefis bir yüzleşme sahnesiyle bu sesleri aşamalı bir şekilde duymuş oluyoruz. Dolores, Arnold ile konuşmaya başladığında zaten bulmuş olduğu bir gerçekten emin oluyor. Arnold'ın sesinden sonra Ford'un sesini duyuyoruz ve son olorak Dolores kendisiyle karşı karşıya kalıyor. Kendi iç-sesini keşfediyor, ve bilinç kazanmış oluyor. Labirenti çözmüş, oyunu bitirmiş ve anlamı bulmuş oluyor. Nefis değil de ne! Tüyler dikel, gözler dol! Aynı teorideki gibi: İnsan; bilince ulaşma yolculuğunda duyduğu sesi önce ilahi bir varlık sandı ve en sonunda anladı." AAA katil benmişim" mantığında, fakat daha bir sanatlı.Buyrun;
Arnold'ın üç aşamalı bilince ulaşma piramidini keşfedip, labirentin merkezine giden bir ipucu yakalayan dahimiz Ford, hatırlama ve acı çekme odaklı, uzun soluklu bir "robotları bilinçlendirme" projesini gerçekleştirmiş ve Arnold'ın yarım bıraktıklarını tamamlamıştır.
Bilince yolculuk düzenli, sistemli, doğrusal değildir o halde. Aksine "acılarla ve anılarla" örülmüş bir labirenttir. Tabi insanlığın durumu zavallı hostlardan daha vahim. Bilinç kazanmak zorunda olmadan doğuyoruz düşünsenize, zaten bilinçliyiz. Tek yapmamız gereken onu korumak,kollamak. Ama olmuyor. Şuursuzluk seviyoruz. Belki de robotlar gibi bizim de bir savaşımız vardır "bilincimizi korumak" ve " kendimiz olarak kalmak"
Umarım değinmek istediğim noktalar canınızı sıkmamıştır.
Çok Öpüyorum.
SONNOT: Aman efendim intihal olmasın diyerekten yine buyrunuz sevgili insanlar; Eğik ve altı çizili yazılı alıntılar sırasıyla şöyledir;
- http://www.lacosapsy.com/?p=1794
- Görünmez Kentler, Italo CALVINO, YKY, 2002, s.. 204.
- Kimliklerin Seyrine Bir Keşif, Mine Gözübüyük Tamer, Makale
- Minotor' u da ufacık açıklayacağım ya da açıklamıyorum vazgeçtim. Şurası daha güzel açıklıyor. https://eksisozluk.com/entry/590189
- Ayrıca ITALO CALVINO'NUN KALEMİNDEN BİR LABİRENT METİN: MONTE CRİSTO KONTU adlı makaleden de bazı tanımlamalar için yararlandım. Fakat kaynak bulamadım. Sevgili Hocam Esin GÖREN'e teşekkürler. Derste vermiş idi.
Yorumlar
Yorum Gönder