Ana içeriğe atla

"BLACK MIRROR - SOSYAL LİNÇ" S3B6 ÜZERİNE (PANİK DOLU) TOPLUMBİLİMSEL BİR İZLEYİCİ KARALAMASI









NOT: Spoiler alert demeden başlayacağım bir yazı olamıyor malesef canlar. Uyarımı yapayım yine her ihtimale karşı. Belki sadece bu yazım dönüp dolaşıp gözünüze çarpmıştır düşüncesiyle yılmadan spoiler uyarısı veriyorum. Black Mirror'ın üçüncü sezonunun son bölümünü izlemeyen okumayıversin, sonra okumak için aklına yazıversin tabi ki yine de. Son olarak düzenli okuyan birkaç güzide arkadaşım için söylüyorum ki; yazılarımdaki başlangıç notunu es geçebilirsiniz.


Black Mirror tarihinin en ürpertici bölümü olarak gördüğüm 'Hated in the nation' üzerine geveleyeceğim. Şu aralar sosyal linç denince akla ilk gelen şahıs Emrah SerbesT. Ağzına gelen sövüyor kendisine sosyal mecralar aracılığıyla. Bir anda kazandığı nefreti ise; yaptığı trafik kazasına borçlu. Ölmesini dileyen olmuş mudur bilmiyorum ama şovsal hareketlerini samimiyetsiz bulan ve cezasını çekmesini isteyen haklı bir kitlenin yanında, yıllardır bu günü bekliyormuşçasına edebi yaratımları üzerinden nefret kusanların varlığını da görüyoruz. Yorumsuz bırakacağım bu konu güncel ve ulusal bir 'sosyal linç' örneği olması açısından bir giriştir sadece.  

Bu bölümün rahatsız edici etkisini açıklamaya çalışırken yine edebiyatı bir bilim olarak ele alan kuramlardan bazılarından yardım alacağım. Bir eserin toplumdan/tarihten bağımsız olup olamayacağı sorusu üzerine bazı yorumlama teknikleri geliştiren kuramcılar bu soruya çeşitli cevaplar vermişlerdir. Bu cevaba göre de bir eleştiri yöntemi üzerinde çalışmışlardır. Ancak sosyolojik açılardan değerlendirilen bir eserin estetik değerinden bahsetmek ne kadar mantıklı olacaktır düşüncesiye bu yazıya bir soru niteliği kazandırabilirim diye düşünüyorum. Eser deyip duruyorsun, neden böyle yapıyorsun Ayşe? dediğinizi duyar gibiyim. Çağımızın en fazla kişiye ulaşma gücü olan "edebi eserleri" tv dizileridir diye düşünüyorum. Umarım sosyal linç yemem. Tabi ki çıkıp da 'Kiralık Aşk' edebi bir eserdir şuursuzluğunda bir iddiada bulunmayacağım. Ya da "Pretty Little Liars" övmeyeceğim. Edebi eserden kast ettiğim izlerken etkilenip üzerine düşünme, konuşma, okuma ihtiyacı hissettiğimiz "Westworld, Sherlock, True Detective, Penny Dreadful.." gibi görsele dökülmüş, metinsel değer taşıyan, dolu dolu içerikler sunan, anlatım yöntemi kuvvetli etkiler yaratan eski/yeni bazı canım tv dizileridir. Edebi anlam yükleme kısmına tabi ki öznellikten kaçamayarak kendi sanatsal yargılarıma/estetik algılarıma göre karar veriyorum. Yer yer/ yöre yöre / kişiden kişiye değişiklik gösterebilir haliyle bahsettiğim sanatsal etki.

Bu sefer de farklı bir açıdan ele alarak yine edebi teoriler üzerinden bir bölüm okuması yapmaya çalışacağım, elimden geldiğince. Bölümü bir kitap olarak ele aldığımı düşünürseniz daha rahat okunabilir. Bazı kuramcılar yukarda bahsedilen sorunun cevabını "eser tarihsel dönemden ve çevresel etkenlerden bağımsız olamaz" şeklinde vermişlerdir. Bu yazıdaki bakış açım bu düşünceye paralel ilerleyecektir. Ve en rahatsız edici bölümden kastım da bu noktada açıklanmaktadır sanırım. En olası hatta olasılığı hayli aşarak olmakta olan bir anlatı var karşımızda. Toplumsal açıdan bir okuma yapıldığında; kısıtlı bir coğrafi bölgedeki toplumdan söz ediyormuşum gibi algılanmasın. Bu incelemedeki 'toplumsal' ibaresinin karşılığını; dünya nüfusunun sosyal medya kullanan yüzde 37'lik kısmını içeren internasyonel bir 'hayali' toplum öznesi olarak belirliyorum, keyfimce. Yani türkler, çinliler, fransızlar ve onların toplumsal gerçekleri temelinde bir okuma değil de 'sosyal medya kullanıcıları' adını verdiğim bir topluluğu odağa koyarak, onlar açısından yakın gelecek distopyası olarak gördüğüm bölümü değerlendireceğim. Ulusal düzeyde bir inceleme yapılsa bile çok farklı noktalar üzerinden ilerlemek mümkün olmayacaktır, çünkü sosyal medya kullanımının aktif olduğu hemen hemen tüm ülkelerde, sosyal medya üzerindeki hareketler benzer şekilde gerçekleşiyor. Özellikle konu sosyal linç olduğunda. Sosyal lince uğrayan öznenin üzerinden birbirini aşağılayan bireyler, belirli kişiyi lince uğratma eylemine bir de kendisinden farklı düşünen karşı tarafı linç etme girişimini ekliyor. Yakın gelecekte olabilecek teknolojik distopyaları işleyen dizi bu bölümüyle aslında bir yakın gelecekten söz etmiyor, çağdaş bir gerçeklikten yola çıkıyor. Uzak gelecek olarak değerlendirilecek önemli bir nokta var tabi ki; cinayet yöntemi olarak seçilen ADI'ler yani biyolojik dengeyi korumak amacıyla üretilen mekanik arılar. Bu noktada neyse ki yine "ohh be iyi ki böyle bir şey yok" rahatlamasını yaşatıyor bir şekilde izleyiciye. Tabi ne kadar uzak bir gelecektir, orasını bilemeyeceğimiz kadar kötü bir noktadayız şu anda.

Birinin klavye üzerinden ölümünü dilemeye ne kadar uzağız peki? "Ben asla birinin ölümünü dilemedim ve bununla ilgili hiç bir sosyal medya paylaşımım veya beğenim olmadı." diyecek kadar hümanist kaç kişi kaldı? "Bir tecavüzcünün, politikacının, pedofilinin ölmesiyle ilgili tweet atmakta sorun yok." diye düşünmek ne kadar sağlıklı? Ve bir gün ölmesini dilediğimiz bir sosyal linç öznesinin ölümü bizi nasıl etkiler?  "İnsanlık olarak bugün bizi sersemletip hatta korkutucu görünebilen hızlı toplumsal değişim bombardımanı altındayız. Eylemlerimiz, hiç beklemediğimiz çeşitli sonuçlar ortaya çıkartmaktadır. Günlük ilişkiler düzeyinde bile en iyi sonuca ulaşmak için doğru davranış biçiminin hangisi olduğunu çoğu zaman kestiremiyoruz." Sosyal medyayı bu değişim bombardımanının tetikleyicisi olarak belirleyebiliriz.

Tüm bu sorular üzerine düşünmeden önce, daha net ilerlemek amacıyla yöntem açıklaması yapmaya çalışacağım. Fransız düşünürlere göre edebiyat topluma tutulan bir aynadır ve eserlerin yorumlamaları içinde bulundukları çağın toplumunlarından bağımsız düşünülemez. Sosyolojik edebiyat eleştirisinin en genel açıklaması bu şekilde yapılabilir. Topluma tutulan ayna tanımlaması zaten dizinin isminde de açıkça görüldüğünden, dizi üzerine düşünmenin en etkili yöntemi toplumbilimsel bir bakış olacaktır. Toplum ve eser arasındaki ilişkiyi odağa koyup ilerleyen bu yöntem, distopik bilim-kurgu olarak sınıflandırabileceğimiz söz konusu anlatı için ne kadar uygulanabilir bir yöntemdir, buna bakacağız. Yalnızca ingiliz toplumu üzerinden ilerlemeyeceğimi önceki paragraflarda açıkladım hali hazırda. Metne/bölüme döndüğümüzde ise belli başlı bir kaç ana başlık belirleyebiliriz. Sosyal medya kullanıcılarının her gün birine öfkelenip, ölmeleri için başlatılan bir hashtag oyununa katılmaları; sosyal medya üzerinde öznesi her gün değişen saf nefretin oldukça gerçekçi bir yansımasıdır. Başka bir başlık olarak, cinayet yöntemi olarak seçilen yapay arıların devlet tarafından kötüye kullanımı da bölümün altını çizdiği başka bir korkutucu gerçeklik göndermesidir. Devletin projeyi kabul etmesindeki en büyük etken olarak sunulan "izleme ve takip etme" faktörü, fazla vurgulanmasa da ciddi bir kişisel hak istismarı. En etkileyici temel anlatı ise birilerinin ölümü için açılan bu nefret oyununa katılan çok büyük bir kitlenin, katilin asıl hedefi konumunda bulunmasıdır. Tüm bu noktaları sosyal medya kullanıcılarından oluştuğunu varsaydığımız hayali toplum üzerinden yorumlarsak, yukarıdaki sorulara daha rasyonel cevaplar verebiliriz.
Metnin içeriğinin sosyolojik veriler çerçevesinde incelenmesine iç okuma da denmiştir. Başlangıç noktası modern bir konu olunca, iç okuma için gereken tüm etkenleri belirlemek zorlaşıyor. Bu derece toplumsal olan bir konunun dizide işleniş biçimi; abartıya yer verilmeden ve mantıklı bir izleksel bütünlük ( açıkça takip edilebilen sebep-sonuç ilişkileri desteğiyle) çerçevesinde olduğundan, benim gibi bazı ehvamlı, paniksever kişileri bir tık daha etkilemiştir diye düşünüyorum.

"Gerek Twitter olsun, gerekse diğer çeşitli sosyal medya ortamları olsun daima akan ve değişen zaman tünelleri vardır. Her saniyede değişen, yeni anlamlara bürünen bir ortamla karşı karşıyayızdır. Arkada bırakılacak, kalıcı olan bir ortamın kaygısı burada yoktur; bu sebeple sürekli değişip dönüşen bu anlamın şiddete evirilmeyeceğinin teminatı da yoktur."2 Bu alıntının üzerine kısa bir karşılaştırma yaparak sonlandıracağım okumamı. Bir şeyleri çözmeye yeterli olmasa da üzerine düşünmek; yapılabilecek en sağlıklı hareket olabilir, bu çılgın teknolojik ilerlemelere karşı.
Yakın ve somut bir örnek olarak "Blue Whale" adlı çocukları intihara sürükleyen oyundan bahsedeceğim kısaca. Tehdit, şantaj ve siber zorbalıkla intihara itilen çocuklar, sanal ortamlarda paylaşılan çeşitli linkler aracılığıyla bu oyuna katılıyorlar. Bu noktada ortak temayı "ölümle ilişiği olan sanal eylem" olarak adlandırabiliriz. Yani algı yönetimiyle ölüme sürüklenen çocuklar günümüzün, konuşulan bir gerçeği, dizideki ölüm eylemi ise zorlama olmadan gerçekleşiyor tabi ama birilerinin ölümü için açılan hashtag oyununa katılan 'masum' insanlar üzerinde bir algı yönetimi mevcut mu acaba? Kendi iradeleriyle katılıyorlar fakat katılarak katilin asıl hedefindeki ölüm listesine isimlerini yazdırdıklarından habersizler, ölümlerinden bilinçsizce kendileri sorumlular. Üstelik ilk oyuna katılan insanların bunu yalnızca bir şaka olarak görmesini bir kenara bırakırsak, ölümler gerçekleştikten sonra hala katılmaya devam eden kitleyi etik açıdan olumlu değerlendiremeyiz. "Nefretleri yüzünden öldüler" diyebiliriz hatta abartarak. Hedefini; dünyadaki 'zayıf karakterlilerden' kurtulmak olarak açıklayan Blue Whale yaratıcısı gibi dizideki katilin de linç kültürünü besleyen bu "nefret dolu kitleden" kurtulmak istemesi aynı seviyede hastalıklı değil midir? Ulaşımı oldukça kolay olan sosyal medyanın en korkutucu silahı da bu kolaylıktır işte. Çocukların kolayca dahil olduğu bir ölüm oyunu ne kadar gerçeklikten uzaksa bu bölüm de o kadar uzaktır çağın gerçekliğinden. Aklımıza bu rahatsız edici gerçekleri düşüren Black Mirror dizisini kınayarak yazıyı ufak ufak sonlandırıyorum. Ayrıca evdeki internetin fişini çekiyor, tüplü televizyona geri dönüyor ve cepteyken çalınca bacak kıran nokia'mı çekmeceden çıkarıyorum. Sizler de izlerken yeterince ürperdiyseniz, mobil veriyi kapatmanızı salık veriyor ve yavaşça gözden kayboluyorum sevgilim okurlar.



Sırasıyla altı çizili ve eğik yazılanların kaynağı efenim, yılandan korkmam intihalden korktuğum kadar;

1. Makale, http://www.bingol.edu.tr/media/193126/sosyolojik-dusunme-bolum1-Sosyolojiye-ihtiyacimiz-Var.pdf
2. Makale, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/327487



Yorumlar

  1. Baya iyi bir okumaydı çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Çok çarpıcıydı elinize sağlık

    YanıtlaSil
  3. Caesars Palace Casino - Mapyro
    This is our casino and all casino is owned and 세종특별자치 출장마사지 operated by Caesars Entertainment and 고양 출장마사지 owned by 안산 출장샵 the Isle of Capri 의왕 출장마사지 Palace. 경상남도 출장샵 The casino is open 24 hours

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

BİR LABİRENT ANLATI OLARAK WESTWORLD: EDEBİYATTA LABİRENT METAFORU

NOT:  Merhaba sevgili dosslar, yine tek tek yazaraktan ilerleyeceğim yeni yazıma HOŞŞGELDİNİZZ! Tekrar minik bir spoiler uyarısı veriyorum. Bu duruma dikkat etme kararı alıp alıp vazgeçiyorum ama nihayetinde sona ermiş bir sezonun bütününden bahsettiğimden, çok zor olurdu spoilersız anlatım. Özetle: izleyip üzerine bir de başka gözden bakmak isteyen, ilk sezonu silip süpürmüş canımlara yönelik bir içeriktir. Burada yazacaklarım kısmen hayal ürünüdür çocuklar, Westworld adlı leziz HBO yapımını beğenenlere ve özleyenlere yönelik; şöyle tatlı bir "bak böyle bir şeyler de varmış" muhabbetinden ibarettir. Dizinin felsefi derinliğini sorgulamak ne haddime diyorum ama tabi ki duramayıp bir takım zıpırlıklara yelteneceğimdir. Yazacaklarımdan kısmen de sorumluyum elbet, yine de zaman zaman kaptırıp kaybolacağım, konudan konuya atlayacağım, ben de kendi çapımda bir labirentte çıkış yolu arayıp duracağım, kaçınılmaz olarak. Alt-metinlere takılınca yüzeye çıkamadığımın bilincindeyim...

PENNY DREADFUL'UN BAŞKALDIRAN GELİNİ LILY FRANKENSTEIN ÜZERİNE FEMİNİST BİR OKUMA

NOT: Diziyi bitiren arkadaşlara yönelik bir içeriktir, uzun uzun dizinin konusu üzerinde durmasam da başınıza minik spoiler taneleri düşebilir. Ayrıca gereksiz duyar içermemektedir, feministi görünce hemen şeyyapmayalım. Sevgili dostlar,  Dizinin çoğu izleyici tarafından beğenilmeyen ve hunharca olumsuz eleştirilen son sezonu; genel etkinin aksine beni oldukça heyecanlandırarak uzun zamandır yapmak istediklerim için ilk adımın, yani kendi "minik parlak fikrimin" başlangıcı olmuştur. İşte bu sebeple Penny Dreadful, izlediğim diziler arasında özel bir yer edinmiştir, dolayısıyla olumsuz sayılabilecek yorumların da varlığıyla birlikte genel itibariyle olumlu olmaktan uzaklaşamayacak bir kişisel okuma, bireysel eleştiri, torpilli ve adam kayırmalı bir yorumlama olacaktır.  "Minik tatlı parlak fikrim" ise anladığınız üzere güzel ama ingiliççe bazı sevdiğim diziler, filmler, kitaplar, öyküler, karakterler vs. üzerine naçizane eleştiri yazıları yazmaktır. K...